Piaget 16 aylık oğlu Laurent’in önüne ulaşamayacağı uzaklıkta bir ekmek parçası koyar. Çocuğun sağına da 25 cm. uzunluğunda bir çubuk... Çocuk ilk başta çubukla ekmeği almayı akıl edemez. Piaget bu sefer çubuğu, ekmekle oğlu arasına koyar. Laurent bu kez çubuğun yardımıyla ekmeği uzanıp kolayca alır. Hem de önce çubuğun ortasından, yetişemeyeceğini anlayınca da ucundan tutarak bunu yapar.
Bir takımda toplam altı kişi olmasına rağmen bazı amatör voleybol maçlarında sahada yalnızca birkaç oyuncunun aktif olduğunu görürüz. Yetenekli ve atılgan bir orta saha oyuncusu, aynı zamanda libero ve smaçörün görevlerini de üstlenir ve diğer oyunculara oynama fırsatı vermez. Bu durumda pasif durumda kalan diğer oyuncuların dikkatleri dağılır ve tesadüfen kendilerine gelen topları bile değerlendirmez. Kısacası takımda altı kişi olmasına rağmen takım sanki bir veya iki kişiden ibaretmiş gibi görünür...
Aslında hepimizin hatta sahaların hakimi olduğunu düşündüğümüz takımlarımızın bile kimi zaman Laurent’in çubuğuna ihtiyacı olabilir. Bazen sınıflarda dersler az evvel sözü geçen voleybol maçından farksızdır. Bütün ders öğretmen ve birkaç öğrencinin katılımı ile sürer gider... Sınıftaki diğer öğrenciler öğrenme sürecinin aktif oyuncusu değil, pasif seyircileri durumundadır. Voleybol maçında topun bir türlü gelmediği oyuncular gibi, onlara da söz hakkı bir türlü gelmez. Bir müddet sonra onlar da söz hakkı istememeye başlar.
Çok başarılı bir sınıfta akademik başarısı düşük bir kaç öğrencinin diğer öğrencilerden kendilerini farklı hissettikleri o anda, aslında o çubuğa ihtiyaç var demektir. Bazen küçük bir destek, bir ipucu vermek, cesaretlendirmek, öğrencinin var olan potansiyelini görmesini sağlamak o çubuk oluverir işte... Cevaplayabilecekleri bir soru sormak, cesaret verici bir cümle, akran eğitimleri, yanlış cevap vermekten çekinmeyecekleri bir sınıf iklimi seyirci durumunda kalan bu öğrenciler için Laurent’i ekmeğe ulaştıran çubuk rolünü kolayca üstlenebilir aslında...
Bütün bunlara rağmen en ideal olanı; öğrencinin dışarıdan bir kişiye ihtiyacı olmadan, öz düzenleme becerisini geliştirebilmesi ve içsel motivasyonunu sağlayabilmesidir tabii ki... Bazı öğrenciler kendi öğrenme amaçlarını doğru belirleyip, öğrenme süreçlerini planlayabilir. Üstelik bu öğrenciler öğrenme sürecinde yaşadıkları başarısızlıkları başarıya giden yolun bir basamağı olarak da değerlendirebilirler.
Bu fikri destekler nitelikteki alttaki cümleler Fen lisesi 9. sınıf öğrencileri ile yaptığımız görüşmelerden alındı;
“Başarısızlık yaşadım ama çok etkili olmadı. Aslında bir insan başarısız olduğunda daha çok azmediyor. Başarısızlık başarıyı getiriyor diye düşünüyorum.”
“Başarısızlık yaşadım. Çabaladığım derste olumsuzluklar yaşadım. Özgüvenimde eksilme oldu. Yöntemimin yanlış olduğunu gördüm. Yöntemi değiştirip, özgüvenimi tekrar kazandım.”
Görüyoruz ki, başarısızlıklardan öğrenebilen, gerekirse öğrenme yöntemini değiştirebilen bu öğrenciler kimseye ihtiyaç duymadan, başarıya götürecek o çubukları kendileri yaratmış...
Özetle; Bazen çok güzel yapılmış bir yemek, sadece tuzu biraz az olduğu için yeterince beğenilmeyebilir. Öğrenciler için de durum pek farklı değil. Öğrenme sürecinde kolayca tamamlanabilecek küçük bir eksiklik, zamanında doğru müdahale ile tamamlanamadığı için büyük bir sorunmuş gibi görülebilir. İşte bu nedenle öğrenmeyle öğrencinin arasına konulacak o çubuğa hepimizin, her zaman ihtiyacı var...
yavuzmustafa.com
@mmustafayavuz