Yeni Eğitimde Altın Oran Arayışları ve Küresel Eğitim Trafosu
Birkaç ay önce Zamanın Ruhu Eğitimi: Literatür Taraması ve Bir Perspektif Önerisi başlıklı yazımda eğitim sistemimizde ‘sosyal inovasyonun’ gerekliliği sonucuna varırken şöyle demiştim: ‘Zamana karşı kaybediyoruz. Zamanla başa çıkamıyoruz ve Türk Eğitim Sistemi’nin önemli bir zaman, zamanlama, zaman yönetimi, zamanı okuma sorunu var. Daha önemlisi zamanın ruhu, Demokles’in kılıcı gibi üzerimizde sallanıyor. Bizim ciddi biçimde sosyal inovasyonistlere ihtiyacımız var. Acilen zamanın ruhu eğitimini, öğrenme yoldaşlığıyla bağdaştırıp, kuramsal köprüleri atıp zamanın ruhu uzmanları yetiştirmemiz gerekiyor’. Biraz karmaşık ve yeterince açık gelmemiş olabilir. Çünkü Türk Eğitim Sistemi analitik soyutlamalara pek alışık değil, daha çok nakledici ve uygulayıcı olagelmiş. Hep duymak istediklerini duymuş, kendini ona göre programlamış, rekabetçi olmamış, yenilikleri bile kendine uydurmuş, uyarlamamış, böylelikle evrensel anlamı olan bazı kavramlar ‘millileştirildiği’ zannedilerek kişilerle kaim ve uygulayıcılarla müsemma birer ‘kavram hurdası’ haline getirilmiş. Küresel manada zamanın ruhu gereğince uygulanan iyi örneklerden ziyade daha içedönük işler yapılmış. Veya bazı küresel iyi örnekler ağızlarda sakız edilmesine rağmen özde ne oldukları, nasıl mükemmel işleyen birer eğitim sistemi haline geldikleri hep bir sır olarak kalmış. Kimse de merak edip derinlemesine incelememiş. Finlandiya, Kore, Singapur, Hong Kong, Japonya, Kanada’nın haklarında iyi birer eğitim sistemine sahip olduklarından başka bir şey biliyor muyuz? Niçin sorusunu sorunca tatmin edici cevaplar alabiliyor muyuz? Her zamanki gibi sadece eğitim sistemlerine bakarak her şeyi görebileceğimizi mi zannediyoruz? Hele ki, bu çağda… Akademi, sivil toplum ve saha arasındaki yapıcı ve üretici bağ zaten çok zayıfken, organize edici, planlayıcı bağ çok kuvvetli hale gelmiş. ‘Proje’ mantığı ve aslında özellikle taşrada ‘başladıkları an biten’ projelerin iş yapma biçimi hegemonyasını ilan etmiş. Süreçlerin yönetimine daha ağırlık veren ‘program’ mantığı, değil geride durmak daha yeşertilmemiş bile. Projelerin sisteme sindirilmelerinden ve sürdürülmelerinden ziyade sistemi ve kişileri süslemelerine ağırlık verilmiş. Esastan, sonuçlardan daha çok dekoratif ve kozmetik amaçlar ön plana çıkmış. Program mantığıyla yapılan işler Bakanlık’ın çok az sayıdaki ‘projesi’ ve birkaç sivil toplum girişim hariç zemin bulamamış. Bu dengesiz fark ise eğitim sisteminin içinde verimsizliği artıran kara deliklerin çoğalmasına büyük etki yapmış. Farkında olmadan hep kuru tekrarlarla avunulmuş. Ceremesini çocuklar çekmiş, sonuçlarına öğrenciler katlanmış. Küresel iyi örnekleri incelediğini iddia edenler ise ya arama motorlarına çok bağımlı, ya da yetersiz yabancı dil bilgilerinin sınırlayıcılığına hapsolmuşlar. Bir de on yıllardır, personel paradigması ışığında şekillenen rutinin dışına pek çıkılamaması söz konusu. Gerçi aşağıda ‘Üç Reform’ başlığı altında önemli adımlar atıldığını söyleyeceğiz ama, Milli Eğitim Sistemimiz’in, 4+4+4 (kademelerin yeniden düzenlenmesi, dershaneler ve üniversiteye giriş sistemlerinin revizyonu da dahil), 652 nolu KHK ile yapılan teşkilat reformu ve Fatih Projesi ile konulan hedefleri mesela 2023 vizyonu, veya 2018 Vizyonu veya 2015 Vizyonu şeklinde, 5018’in şart koştuğu yine içe dönük, hatta içe kapalı tarzda hazırlanan Stratejik Plan haricinde tek çatı altında toplayan bir temel stratejiden yoksun olduğunu söylemeye mecbur hissediyorum. Toparlamak gerekirse, Zamanın Ruhu yazısına noktayı koyduğum günden beri başta alıntıladığım son paragraf üzerine bitmiş bir yazının son bölümü olarak değil de, sonsuz bir yoğunlaşmanın & sürekliliğin parçası, yeni bir düşünce kümesinin sorunsalı şeklinde çok durdum. Durmamı gerektiren yayınlar okudum, sosyal medyada paylaşımlarda bulundum ve son olarak da Abu Dabi’de Eğitimi Dönüştürmek Zirvesi başlığı altında düzenlenen son derece önemli üst düzey bir toplantıya katılma şansı yakaladım. Ve o toplantı gösterdi ki, daha doğrusu beni artık şuna tamamen ikna etti ki ülkemizdeki eğitimciler ne düşünürse düşünsün, bizim haricimizde zamanın ruhu açılımıyla şekillenen bir güç merkezi, küresel bir trafo mevcut. Bu güç merkezine Küresel Eğitim Trafosu adını vereceğim. Bu trafo zamanın ruhunu üretiyor. Aralarında simbiyotik bir ilişki var. Tek başına değil ama önemli ölçüde inovasyon denen bir kaynaktan besleniyor. Eğitim süreçleri ve programları, yalnız & tekil & apayrı bir kategori olmaktan ziyade (belki eğitimciler üzülecek ama) başka başka platformlarda ve boyutlarda planlanıyor ve uygulanıyor. Sonuçta, meselem şu, biz bu trafoya ne kadar bağlıyız ve ne oranda bağlı olmamız gerekiyor (mu?) Bazı argümanlarımızı sıralayarak bu sorulara yeni eğitimde altın oran paradigması çerçevesinde kısa kısa fazla sıkmadan cevaplar aramaya çalışacağım: Artık az kelimeyle mümkün olduğunca çok şey anlatma devrini yaşıyoruz. Hiç başaramam baştan söyleyeyim. Yoksa zaman birçok şey için yetersiz kalıyor, bırakın yapmak istediklerimizi, yapmak zorunda olduğumuz rutin işlere yetişememekten şikâyetçiyiz. Onun için zamanı ekonomik kullanmak şart. Bir tür zaman tasarrufundan bahsediyorum, dolayısıyla zaman israfının da önüne geçilmesi taraftarıyım. Zaman mefhumunun belirleyiciliğini konuşmak herhalde gereksiz bir çaba olur. Planlama kavramı artık biraz demode de olsa bu yüzden hayatımızda var zaten. Şimdilerde daha çok yönetişim kullanılıyor. Planlama & yönetişim zamana karşı yarışı dizginlemek veya zamanı kontrol etmek için kullanılan birer araç sadece. Takvim, alarm, saat, aylar, yıllar, yüzyıllar gibi… Bana kalırsa, tüm bunlar bir tür zamana karşı mahcup olmamak çabasının sonucunda insanın zamansal ve mekânsal doğadan kopardığı avantalar.
Beş yıllık kalkınma planları ve son dönemde 5018 sayılı kanunla şart koşulan dönemsel stratejik planlar aslında içindekilerin hepsi başarılamasa bile, ki genellikle öyle oluyor, hiç değilse zamanın kurumsal kimliği olan tarihe not düşülmek için tasarlanmış belgeler. Yani zaman ham maddesi, insanoğlunun onu işlemesiyle & kurumsallaştırmasıyla tarihe dönüştürülüyor, böylelikle insanlık zaman üzerinde tasarruf ve tahakküm kurmuş sayıyor kendini. Nafile… Aslında, 21. Yüzyıl Öğrenci,Öğretmen, Okul Modeli, 2023 Vizyonu gibi hedef temelli çizilen çerçeveler de böyle zaman yönetimi diyebileceğimiz kavramsallaştırmalardan ibaret. Dikkat lütfen, şu anda Türkiye’de tartışılan 2023 Vizyonu da dahil, ki % 100 destekliyorum, diğer tüm planlama ve hedefler kümesinin ne olduğunu değil nasıl ortaya çıktığını sorunsallaştırmaya gayret etmekteyim. İşler biraz karmaşıklaşıp derinleşince bilim felsefesi zaman ile uğraşmaya başlayınca, fütürizm & romantisizm & teleoloji gibi düşünce ve yöntem akımları doğuyor… Hep zamanın tarihe, yani bilgiye tahvilinden söz ediyoruz. Geleceğe bağlanma… Geçmişe öykünme… Sonluluğa tapınma… Kronos…Telos… Nomos… Nitekim, zamanı eğitmek veya evcilleştirmek imkânsız. Duracaksın, yavaşlıyacaksın, geriye gideceksin diyemiyoruz veya öğretemiyoruz mesela ne kadar uğraşsak; zamanla ne kadar zaman da geçirsek sınıfta kalan hep biz oluyoruz, zayıf not alan, azar işiten... O yine hep bildiğini okuyor. İşte ‘zamanın ruhu eğitimi’, bu duygularla düşünmeye başladığım bir perspektif. Madem paylaşma ve toplanma sebebimiz eğitim… Hiç aklımıza geliyor mu? Peki yahu bu kadar planlama, bu kadar program, bu kadar müfredat, bu kadar öğretmen, bu kadar eğitim fakültesi, bu kadar öğrenci & veli, bu kadar eğitim-öğretim malzemesi, bu kadar politika, bu kadar akademisyen, bu kadar yayın, bu kadar yabancı yayın, bu kadar okul, bu kadar sınıf, bu kadar kitap, bu kadar bütçe, bu kadar plan & proje, bu kadar akıllı tahta, bu kadar ‘eğitimci’, bu kadar eğitim sistemi, bu kadar genel müdürlük, bu kadar grup başkanlığı, şimdilerde bu kadar tablet ama hala işler istediğimiz gibi değil? Hala eksik bir şey var. İşte ben bu eksikliği ‘zamanın ruhu eğitimine’ bağlıyorum. Daha doğrusu onun eksikliğine… Zamanı önemsememeye, zamanın tarihe evrildiği noktaların ‘öğrenme yoldaşlığını’ görmezden gelmeye, zamanın kurumsal kimliğini yeterince ciddiye almamaya… Hadi bakalım öyleyse, benimkisi de e-öğrenmeye karşı z-öğrenme, e-okula karşı z-okul… Kim ne diyebilir? Herşeyden önce, önerdiğim, hadi test sürüşünü yaptığım diyelim, ‘zamanın ruhu eğitimi’, ne ödevi verilebilecek kadar ete kemiğe bürünen, ne köşesini yapabileceğimiz şekilde heykelleşen veya resimleşen, ne ölçüp değerlendirebileceğimiz kadar objektif, ne müfredata dökebileceğmiz kadar sayılı ve içeriği oluşturulmuş bir kavram. Zamanın ruhu eğitimi bunlardan başka bir şey. Peki ne? ‘Zamanın ruhu’ yerleşik bir düşünce biçimi. İlk defa ben tedavüle sürmüyorum. Hemen her dilde en yaygın biçimde Almanca karşılığı olan Zeitgeist kelimesi kullanılıyor ki onun bir hikayesi var. Ünlü Alman filozof Herder, Latince’de ‘zamanın bekçisi’ anlamına gelen genius seculi tabirini Almanca’ya böyle çeviriyor. Belli bir grubun veya ulusun içinde yaşadıkları dönemin kültürel, siyasi, ahlaki, bilimsel ve entelektüel iklimiyle şekillenmesi ve bazı şartların olgunlaşmasına tekabül ediyor. Herder ne diyor: ‘zaman fikirlerin ve düşüncelerin nedenselliğine şekil verir’. Herder’in sorusu da şu: ‘Zamanın ruhu bize hizmet mi etmeli, yoksa bizi yönetmeli mi?’ Anlayacağınız zamanın ruhu metafizik ve aşkın, transandantal bir kavram. Ama Zeitgeist, Batı rasyonelitesinin ve modernizminin arkasını yasladığı ve üzerine inşa edildiği diğer tüm metafizik kavramlar gibi (burası çok önemli ayrıca üzerinde durulması gereken bir konu sonra paradigmalar nereden çıkıyor diye tırım tırım aranıyoruz, Kuhn bu bağlamda Herder’in takipçisidir), tarih bilinci oluştururken, kısaca tarih yazarken, nedensellik gücü tesis eder. Kısaca, zamanın ruhuna rağmen sonuca ulaşılması, zamana rağmen başarılı olmak veya olamamak ile eş tutulabilir. Herder, Martin Luther’in niçin başarılı olduğunu, buna karşın Avusturya Kralı 2. Joseph’in niçin başarısız olduğunu ‘zamanın ruhuna’ bağlar. Birisinde zamanın şartları öyle olgunlaşmıştı ki Luther’in başarısız olması beklenemezdi, diğerinde Joseph ne yaparsa yapsın başarısız olmaya mahkûmdu. Herkesin kendisine ait, kendisini ait hissettiği eğitim dünyasını bu gözle okumaya davet ediyorum. Biz ve siz neye mahkûmuz? Buraya kadar biraz ahkâm kestik… Bundan sonra zamanın ruhuna uyarak, bulut, küme, hashtag, etiket mantığını kullanarak ilerleyelim. Düşünceyi kavramları yan yana koyarak görselleştirelim. Buraya kadar soyutlaştırdığımız ve eğitim süreçlerimizdeki başarısızlıklarımızı ve bir türlü olmuyor, yapamıyoruz hayıflanmalarımızı bağladığımız zamanın ruhu eksikliğinin yanına ilgili gördüğümüz diğer konuları koyalım. Sosyal inovasyon mesela, toplumumuzda, devlet politikalarımızda ve kadrolarımızda, sosyal inovasyon ne kadar yerleşmiş? Yenilikten ne anlıyoruz? (Mesela benim en çok gördüğüm şey fırında makarnayı lazanya diye satmak sendromu) Bir tür kavram kurnazlığı (sahtekârlığı diyeceğim de dilim varmıyor) Paradigmanın anlamını hazmedebildik mi? Eğitim ekosisemi bundan ne kadar faydalanıyor? Dahası eğitim ekosistemi bundan faydalanabilecek donanıma sahip mi? Bu bir soru. Geleneksel ve modern arasındaki bağlarımız nasıl? Bu da bir soru, Pedagoji ihtiyaçları karşılıyor mu? Yoksa zamanın ruhu için çok mu tekil kalıyor? Disiplinlerarası bakışta ne kadar yol aldık? Gelecek okumalarını ne kadar sağlıklı yapabiliyoruz? Çocukerkil toplumlar, daha önce hiç yaşanmamış hızda gelişen dijital buluşlar, yeni sosyalleşme mecralarının ortaya çıkışı ve bunların gitgide sayısallaşması… Zamanın ruhu ile mükemmeliyetçilik arasındaki bağ? Nasıl bir dünyada yaşıyoruz? Trendler neler? Her gün uyandığımız dünyada dünden neler kalmış? Küresel hiper-bağımlılığın neresindeyiz? Bilgi akışının, üretiminin ve tüketiminin neresindeyiz? Dijital yerli miyiz? Dijital göçmen miyiz? Çoklu zekâ mı, kalıtsal zekâ mı, duygusal zekâ mı? Yoksa zamanın ruhu ayrı bir zekâ türü mü? Eğer bu soruların tümü retorik sorular ise, yani soruyu soran cevabını da biliyorsa, o aynı soruyu soran size bir şey daha söylesin, zamanın ruhu Türkiye’ye eğitim ve öğretimde ön almayı şart koşmaktadır. Diğer bir ifadeyle zamanın ruhu eğitimini bir ön alma biçimi olarak ele almak mecburiyetindeyiz. Bir kere bürokrasinin bir çözüm olamayacağı çok kesin. Benim ümidim Alvin Toffler’ın ortaya attığı adhokraside… Bir de sosyal inovasyonda… Sonra belki açarız… Şimdi asıl meseleye geleceğim. Kaynaklar ışığında ‘Zamanın Ruhu Eğitimi’… ta ta ta taaaa…. Douglas Thomas and John Seely Brown, Öğrenmenin Yeni Kültüründe, Zamanın Ruhu Eğitiminden başka bir şey anlatmıyor. Zaten kitabın altbaşlığında sürekli bir değişimin gerektirdiği dünyaya atıf mevcut. Yazarlar, sadece okula sığmayan, sığdırılamayacak, bütün insanlığı çevreleyen yeni bir öğrenme kültürü zaruretin altını çiziyorlar. Bu öğrenme biçimini 21. Yüzyılın olmazsa olmazı olarak görüyorlar. Burada 21.yüzyıl bir zamanın ruhu fenomeni olarak karşımıza çıkıyor. Başka bir çalışma duygusal zekâyı zamanın ruhu eğitimi ile bağdaştırıyor. Bizim pek duymaya alışık olmadığımız, ama bu satırların yazarının yüksek lisans hocalarından meşhur siyaset felsefecisi Ernesto Laclau’nun sıkça tekrar ettiği emansipasyon kavramı zamanın ruhuyla olan ilişkisini şimdi daha iyi anlayabiliyorum. Yani zamanın zincirinden, tarihin yükünden, zamanın ruhunu idrak ederek arınma, prangalardan kurtulma… Zamanın ruhu eğitimi bu yönüyle herhangi bir toplumun tarihle olan hesaplaşmasındaki pranga kırıcı görevi görüyor. Zamanın ruhu eğitimi aynı zamanda kişilik oluşturma çabalarının bir parçası. Anı tanımlıyor ve bizlere o an ne yapılması icap ediyorsa onu yapmamızı telkin ediyor. Sırası gelmişken, bazı kaynaklarda zamanın ruhunun eski Türkçe’de vakt-i merhun olarak ifade edildiğini gördüm. Hayır, kesinlikle katılmıyorum. Böyle bir eşleşmeyse eğer aradığımız, vaktin nakte çevrilmesi bence en uygunu olacaktır. Burada bir örnek vermek isterim. Tasavvufun baştan aşağıya öğrenme yoldaşlığı prensibi uyarınca tertip edildiğini, ibn-ül vakit ve nakt-ül vakit gibi kavramları kullanmalarından anlıyoruz. Ah o mutasavvıflar yok mu, her zamanın adamı, zamanın ruhunun sahibi… Yani zamanın insanı ve çocuğu olmak, vakti nakde, o vakit neyi gerektiriyorsa ona harcamak… Bakınız zamanın ruhu eğitimi ve öğrenme yoldaşlığı nasıl da karşımıza aynı bağlamda çıkıyor. Harvard Business Review’de yayınlanan ‘zamanın ruhu liderliği’ başlıklı mükemmel bir yazı (desenize mükemmel olmasa orada işi ne) ABD’de 150 yıl boyunca iş dünyasının 1000 önde gelen ismini incelemiş. Üç tip insan bulmuşlar; girişimci, yönetici ve lider. Bu tipolojiden ödünç alarak onların iş dünyasına uyguladığı ve zamanın ruhu konusunda belirleyiciliği bulunan altı göstergeyi eğitime uyarlamanın da son derece gerekli ve yararlı olduğu görüşündeyim: hükümet müdahalesi (dahli de denebilir), küresel olaylar, demografi, sosyal motifler&değerler, teknoloji ve işgücü. Ve belki de yazarların en önemli tespiti, diğer bilindik zeka türlerinin yanında zamanın ruhu zekası diye tercüme edebileceğimiz (contextual intelligence) kavramını önermeleri. Gel de mest olma! İşte burada zamanın ruhu, öğretmen, öğrenci, veli, yönetici, idareci, siyasetçi, gazeteci, sivil toplum, özel sektör için ayrı şeyler ifade edebilen eğitim kavramı için toparlayıcı, bütünleştirici bir yapıştırıcı görevi görmektedir. Eğitim adına ne yapılıyorsa bu mercekten bakmak bize eğitim konusunda ön aldırabilir. Bir de teklifim var, gücüm ve zamanım olursa yapmak isterim. 4 Mayıs 1920’de Rıza Nur Bey’le başlayan ve Sayın Bakanımız Ömer Dinçer Bey’in 75. Milli eğitim bakanlığı arasındaki tüm bakanlara bu zamanın ruhu analizinin yapılması ve eğitim politikaları konusunda bir tipoloji oluşturulması, yukarıdaki altı zamanın ruhu faktörü gibi bizde eğitime yön veren etmenlerin belirlenmesi… İyi bir yüksek lisans tezi olabilir. Alan Bundy’nın zamanın ruhu okuması teknoloji üzerinden. O kadar ilginç alıntıları var ki. 1758 tarihli bir yazıyı koymuş makalesine, ‘her hafta eğitim üzerine yeni fikirler ortaya çıkıyor’ demekte. Okur- yazarlığın nasıl da boyutsal değişiklikler yaşadığını gözler önüne sermekte. Bundy’ye göre zaman ve tarihin önyargı üretmekte üzerlerine yok. Zamanın ruhu eğitimi ise bu önyargıları yerle yeksan etmek için var. Zamanın ruhunu eğitiminin içinin doldurulması için, Talwar ve Hancock’un hazırladığı geleceğin meslekleri raporu zaten başlı başına bir yardımcı. 2010-2030 arasındaki dönemde yeni gelişen mesleklerin isimlerine bakmak bile insanın içini bir tuhaf ediyor: holografiker, ölüm planlayıcıları, sanal polis, vücut parçası tasarımcısı, uzay seyahati rehberi, hafıza artırma cerrahı, makine dilbilimcisi… Bunlar zaman ve tarihle anlaşılamaz. Bunlar zamanın ruhuyla okunur, yazılır ve anlaşılır. Zamanın ruhu okur-yazarlığı şart! Son olarak, New York Times’ın kıdemli başyazarı Thomas Friedman’ın imkân olsa da herkes Bir Zamanlar Biz: ABD kendi icat ettiği dünyada nasıl geri düştü ve bu farkı nasıl kapatabiliriz başlıklı kitabını okuyabilse. İşte orada zamana ve tarihe karşı kaybedilen bir yarışta, zamanın ruhunu yakalayarak nasıl aynı düzeye çıkabiliriz sorusunun muhakemesi mevcut. Aynı bağlamda, ABD’de bulunan National Center on Education and Economy’nin başkanı Marc Tucker’ın Şangay’ı Altetmek kitabı muhakkak okunmalı. Bu kitapta herhangi bir eğitim sisteminin dünyadaki en iyi örneklere bakarak nasıl yeniden kurgulanması gerektiği analiz edilmiş. Bu insanlara karşı ayrı bir hayranlığım yok ama yaptıkları işin, bizde hiç yapılmayan zamanın ruhu analizlerinin önünde saygıyla eğiliyorum. Bir kıyak olarak da bu iki ismin beraber katıldığı bir panelin videosunu ekliyorum ki izlemeyen ve anlamaya çalışmayan çok şey kaybeder: http://vimeo.com/32543264 Zamana karşı kaybediyoruz. Zamanla başa çıkamıyoruz ve Türk Eğitim Sistemi’nin önemli bir zaman, zamanlama, zaman yönetimi, zamanı okuma sorunu var. Daha önemlisi zamanın ruhu, Demokles’in kılıcı gibi üzerimizde sallanıyor. Bizim ciddi biçimde sosyal inovasyonistlere ihtiyacımız var. Acilen zamanın ruhu eğitimini, öğrenme yoldaşlığıyla bağdaştırıp, kuramsal köprüleri atıp zamanın ruhu uzmanları yetiştirmemiz gerekiyor. Bir karar vermemiz lazım, zaman mı bize hizmet edecek, biz mi zamana? Yoksa sonra ‘anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az’ demişti demeyin. [email protected] Kaynakça: Alan Bundy, Zeitgeist: information literacy and educational change ( Paper presented at the 4th Frankfurt Scientific Symposium Germany, 4 October 2004). Anhtony J. Mayo ve Nitin Nohria, Zeitgeist Leadership (Harvard Business Review, 2005). Douglas Thomas, John Seely Brown, A New Culture of Learning: Cultivating the Imagination for a World of Constant Change (CreateSpace, 2011). Frederick M. Barnard, Herder on Nationality, Humanity and History (McGill-Queen’s University Press, 2003). George Siemens, Connectivism: Learning Theory or Pastime of the Self-Amused? (2006). John Mayer, Peter Salovey, David R. Caruso, Emotional Intelligence as Zeitgesit: As Personality and as Mental Ability in Reuven Bar-On, James D. A. Parker, Daniel Goleman, The Handbook of Emotional Intelligence : Theory, Development, Assessment, and Application at Home, School and in the Workplace (Jossey Bass, 2000). Marc S. Tucker, Standing on the Shoulders of Giants: An American Agenda for Education Reform (National Center on Education and Economy, 2011) Marc S. Tucker , Surpassing Shanghai (Harvard Education Press, 2011) Philip C Candy, Learning for life: information literacy and the autonomous learner: proceedings of the second national information literacy conference (University of South Australia, 1996) Rohit Talwar, Tim Hancock, The shape of jobs to come Possible New Careers Emerging from Advances in Science and Technology: 2010 – 2030 (Fast Future Resarch, 2010) Thomas L. Friedman ve Michael Mandelbaum, That Used to Be Us: How America Fell Behind in the World It Invented and How We Can Come Back (Farrar, Straus and Giroux, 2011) |