Yeni Eğitimde Altın Oran Arayışları ve Küresel Eğitim Trafosu
Birkaç ay önce Zamanın Ruhu Eğitimi: Literatür Taraması ve Bir Perspektif Önerisibaşlıklı yazımda eğitim sistemimizde ‘sosyal inovasyonun’ gerekliliği sonucuna varırken şöyle demiştim: ‘Zamana karşı kaybediyoruz. Zamanla başa çıkamıyoruz ve Türk Eğitim Sistemi’nin önemli bir zaman, zamanlama, zaman yönetimi, zamanı okuma sorunu var. Daha önemlisi zamanın ruhu, Demokles’in kılıcı gibi üzerimizde sallanıyor. Bizim ciddi biçimde sosyal inovasyonistlere ihtiyacımız var. Acilen zamanın ruhu eğitimini, öğrenme yoldaşlığıyla bağdaştırıp, kuramsal köprüleri atıp zamanın ruhu uzmanları yetiştirmemiz gerekiyor’.
Biraz karmaşık ve yeterince açık gelmemiş olabilir. Çünkü Türk Eğitim Sistemi analitik soyutlamalara pek alışık değil, daha çok nakledici ve uygulayıcı olagelmiş. Hep duymak istediklerini duymuş, kendini ona göre programlamış, rekabetçi olmamış, yenilikleri bile kendine uydurmuş, uyarlamamış, böylelikle evrensel anlamı olan bazı kavramlar ‘millileştirildiği’ zannedilerek kişilerle kaim ve uygulayıcılarla müsemma birer ‘kavram hurdası’ haline getirilmiş. Küresel manada zamanın ruhu gereğince uygulanan iyi örneklerden ziyade daha içedönük işler yapılmış. Veya bazı küresel iyi örnekler ağızlarda sakız edilmesine rağmen özde ne oldukları, nasıl mükemmel işleyen birer eğitim sistemi haline geldikleri hep bir sır olarak kalmış. Kimse de merak edip derinlemesine incelememiş. Finlandiya, Kore, Singapur, Hong Kong, Japonya, Kanada’nın haklarında iyi birer eğitim sistemine sahip olduklarından başka bir şey biliyor muyuz? Niçin sorusunu sorunca tatmin edici cevaplar alabiliyor muyuz? Her zamanki gibi sadece eğitim sistemlerine bakarak her şeyi görebileceğimizi mi zannediyoruz? Hele ki, bu çağda…
Akademi, sivil toplum ve saha arasındaki yapıcı ve üretici bağ zaten çok zayıfken, organize edici, planlayıcı bağ çok kuvvetli hale gelmiş. ‘Proje’ mantığı ve aslında özellikle taşrada ‘başladıkları an biten’ projelerin iş yapma biçimi hegemonyasını ilan etmiş. Süreçlerin yönetimine daha ağırlık veren ‘program’ mantığı, değil geride durmak daha yeşertilmemiş bile. Projelerin sisteme sindirilmelerinden ve sürdürülmelerinden ziyade sistemi ve kişileri süslemelerine ağırlık verilmiş. Esastan, sonuçlardan daha çok dekoratif ve kozmetik amaçlar ön plana çıkmış. Program mantığıyla yapılan işler Bakanlık’ın çok az sayıdaki ‘projesi’ ve birkaç sivil toplum girişim hariç zemin bulamamış. Bu dengesiz fark ise eğitim sisteminin içinde verimsizliği artıran kara deliklerin çoğalmasına büyük etki yapmış. Farkında olmadan hep kuru tekrarlarla avunulmuş. Ceremesini çocuklar çekmiş, sonuçlarına öğrenciler katlanmış.
Küresel iyi örnekleri incelediğini iddia edenler ise ya arama motorlarına çok bağımlı, ya da yetersiz yabancı dil bilgilerinin sınırlayıcılığına hapsolmuşlar. Bir de on yıllardır, personel paradigması ışığında şekillenen rutinin dışına pek çıkılamaması söz konusu. Gerçi aşağıda ‘Üç Reform’ başlığı altında önemli adımlar atıldığını söyleyeceğiz ama, Milli Eğitim Sistemimiz’in, 4+4+4 (kademelerin yeniden düzenlenmesi, dershaneler ve üniversiteye giriş sistemlerinin revizyonu da dahil), 652 nolu KHK ile yapılan teşkilat reformu ve Fatih Projesi ile konulan hedefleri mesela 2023 vizyonu, veya 2018 Vizyonu veya 2015 Vizyonu şeklinde, 5018’in şart koştuğu yine içe dönük, hatta içe kapalı tarzda hazırlanan Stratejik Plan haricinde tek çatı altında toplayan bir temel stratejiden yoksun olduğunu söylemeye mecbur hissediyorum.
Toparlamak gerekirse, Zamanın Ruhu yazısına noktayı koyduğum günden beri başta alıntıladığım son paragraf üzerine bitmiş bir yazının son bölümü olarak değil de, sonsuz bir yoğunlaşmanın & sürekliliğin parçası, yeni bir düşünce kümesinin sorunsalı şeklinde çok durdum. Durmamı gerektiren yayınlar okudum, sosyal medyada paylaşımlarda bulundum ve son olarak da Abu Dabi’de Eğitimi Dönüştürmek Zirvesibaşlığı altında düzenlenen son derece önemli üst düzey bir toplantıya katılma şansı yakaladım.
Ve o toplantı gösterdi ki, daha doğrusu beni artık şuna tamamen ikna etti ki ülkemizdeki eğitimciler ne düşünürse düşünsün, bizim haricimizde zamanın ruhu açılımıyla şekillenen bir güç merkezi, küresel bir trafo mevcut. Bu güç merkezine Küresel Eğitim Trafosu adını vereceğim. Bu trafo zamanın ruhunu üretiyor. Aralarında simbiyotik bir ilişki var. Tek başına değil ama önemli ölçüde inovasyon denen bir kaynaktan besleniyor. Eğitim süreçleri ve programları, yalnız & tekil & apayrı bir kategori olmaktan ziyade (belki eğitimciler üzülecek ama) başka başka platformlarda ve boyutlarda planlanıyor ve uygulanıyor. Sonuçta, meselem şu, biz bu trafoya ne kadar bağlıyız ve ne oranda bağlı olmamız gerekiyor (mu?) Bazı argümanlarımızı sıralayarak bu sorulara yeni eğitimde altın oran paradigması çerçevesinde kısa kısa fazla sıkmadan cevaplar aramaya çalışacağım:
Gökhan Yücel farklı disiplinler arası sürdürdüğü öğrenme yolculuğunda hep anlam aramaya devam ediyor. Yücel bu yolculukta yolunun kesiştiği öğrenme yoldaşlarıyla bu sayfalarda yolculuğunu sürdürüyor.