Okulların açıldığı haftadayız. Çocuğunu okula yeni kayıt yaptıracak velilerin okul seçiminin epey sancılı geçtiğine bir kez daha tanık olduğumuz bir dönem. Okul yapılarının ve okul mekanlarının öğrencinin eğitim hayatına katkısını tartışabilmek için Sayın Kayhan Karlı tarafından blog yazmak üzere bir mimar olarak davet edildiğimde, yazıların ilkinin Eylül’de okulların açılışına denk gelmesini enteresan bir tesadüf olarak görmüştüm. Okul seçim aşamasında velinin elinde olan ve olmayan pek çok etken var; ancak okulun çocuğun evine mesafesi ve okul binasının niteliği, ülkemiz eğitim koşulları nedeniyle ne yazık ki bu etmenlerin en son sıralarında yer alıyor.
Ortaklarından olduğum ve pek çok eğitim yapısı projesine imza atmış PAB Mimari Tasarım ofisi olarak ise bu konuda bir bilinç oluşturmaya gayret ediyoruz, kaliteli eğitim için kaliteli mekanlar talep etmemiz gerektiğini hem eğitimcilere hem kamuoyuna anlatıp, nitelikli bir eğitim mekanının öğrencinin eğitiminde yaratacağı gözle görünür farka işaret etmeye çalışıyoruz. Çıkış sorumuz şu: Temel fiziksel ihtiyaçları dahi karşılayamayan tip okul projelerine karşı, dünyadaki değişen eğitim vizyonlarını takip eden, mimari mekanın eğitim kalitesindeki etkisini ortaya çıkaran bir yaklaşım mümkün mü?
Okul seçimi yaparken, sınıf mevcudu, sınıfın yeterli doğal ışık ve hava alıp almadığı, öğrencinin teneffüs saatlerini geçireceği açık ve kapalı alanların niteliği, teorik dersleri tamamlayacak atölye ve laboratuvarların donanımı, spor salonu ve okul bahçesinin yeterliliği gibi pek çok fiziksel ihtiyaca yönelik soru oluşuyor velilerin zihninde. Bu sorular sınıf içi ve dışında öğrencinin optimum konfora sahip bir mekanda eğitim almasına imkan tanıyacak altyapıyı belirliyor kuşkusuz ve ne yazık ki ülkemizde pek çok okul henüz bu asgari standartları yeterince sağlayamıyor. Kütüphanesi olmayan bir okulda öğrenciye kitap okumanın kıymetini anlatmak, beden eğitim derslerini ekstra etüd saati olarak kullanırken, sporun futboldan ibaret olmayıp sağlıklı bir yaşam için bir gereksinim olduğu bilincini uyandırmak, ya da fizik dersinde hiç laboratuvara girmemiş bir öğrenciye bir toplumun ancak bilimle ilerleyebileceğini aktarmak ne kadar gerçekçidir? Okul yapılarının önemsenmediği bir toplumda, öğrenci eğitimini ne kadar içselleştirip, ne kadar ciddiye alabilir? Kısacası dürüst okul yapılarımız olmadan dürüst bir eğitim mümkün müdür?
Öte yandan, temel eğitimdeki bu asgari fiziksel koşulları iyileştirirken, eğitim mekanlarının eğitim modellerini dönüştürdüğü yeni bir küresel iklimde olduğumuzun da farkına varmamız gerekiyor.
Eğitimin online olarak her öğrencinin kendi temposunda evinden takip edebildiği ve okuldaki ders saatlerini öğretmeninden yönlendirme alarak ve sosyal hayatla entegrasyon amaçlı kullandığı “flipped classroom” örnekleri ABD’de alternatif eğitim modeli olarak kullanılmaya çoktan başlandı. Benzer şekilde Finlandiya’da ders dışı saatlerde sosyal alanlarda öğrencilerin birbirlerinden öğrenmelerinin önemi kavranmış, aktivite ağırlıklı eğitim sistemi uygulanıyor. Öğretmene yönlenmiş sınıflardansa, öğrenciyi merkeze alan yeni bir eğitim sistemi yaygınlaşıyor. Alternatif eğitim modelleri alternatif mekan organizasyonlarına ihtiyaç duyarken, yenilikçi okul mimarisi de bu eğitim modellerinin uygulanabilmesini mümkün kılıyor.
Eğitimciler artık sadece ders saatlerinde değil, ders dışı sosyal saatlerde de öğrencilerin enformel ortamlarda birbirlerinden ve deneyimleyerek öğrenme sürecinin devam ettiğinin altını çiziyor. Bu da artık hem mimarlara okul yapılarının sınıf odaklı planlanmaması gerektiğini, hem de eğitimcilere eğitimin sınıf odaklı düşünülemeyeceğini, ders zilinin ötesine geçtiğini işaret ediyor. Şimdi sıra eğitimcilerin mimarlarla bir araya gelerek doğru soruyu sormalarında: öğrenci odaklı mekanlar nasıl planlanabilir?