Yaşamda durumlara anlam yüklemek için kullandığımız ifadeler bazen anlamlara yön veren kelimeler olurlar. Yani kişi kullandığı kelimelerin etkisiyle yeni durumlar, eylemler yaratabilir. Bu doğrultuda yapılan birçok araştırma da kelimelerin yaşamımızı nasıl etkilediğini, durumlara yüklediğimiz anlamları nasıl da farklılaştırdığını ve bu yolla davranışlarımızı nasıl yönlendirdiğini vurgulamaktadır.
“Öğretmen” kelimesini bu bakış açısıyla incelediğimizde, temelinde sadece “öğretme” anlayışının olduğunu görebiliriz. Bu haliyle yapısal olarak “öğretmen”, görevinin “öğretmek” olduğu bir kişi anlamını taşıyor. Aslında eğitim sisteminin geneline baktığımızda, öğretmenden istenen de salt olarak öğretilmiş, doğru bilgiye sahip bireyler yetiştirmek olduğu gerçeği bu kelimenin yarattığı anlamı pekiştirecek nitelikte...
Ben öğret’menim. Gelin çocuklar sizlere bir şeyler öğret’eyim.
Karlı (2013)’de belirttiği gibi “Öğretmene yeni bir tarif koymak lazım. Öğretmen kelimesi, ben öğretmenim gel sana öğreteyim şeklinde bir mesaj veriyor. Fakat öğretmek tek taraflı bir eylem. Öğrenmeye odaklanmak lazım.”
Bir gün arkadaşımla bu konu üzerinde konuşurken, güzel bir yorumda bulundu:
“Ayakkabıcı ayakkabı satar, simitçi simit satar. Biz öğretmen kelimesiyle ve sistemin gereksinimiyle bilgisini satan konumundayız. Onun için çoğu zaman verdiğimiz bilginin yanlış olabileceğini veya bizim de yeni bir şeyler öğrenebileceğimize odaklanamıyoruz. Çünkü benim başarım sadece verdiğim bilgiyle ölçülüyor. Kimse kendi sattığı şeye yanlış veya eksik demez ki sonuçta. Bu tamamen ben işimi iyi yapamıyorum mesajı verir. Kusura bakma, bu bilgi satan biraz ağır bir tabir oldu ama kimse bu gerçeği de inkâr edemez sınavlar bizden bunu bekliyor. Ama bilgi böyle bir şey değil değişen, değişmesi gereken bir şey. Bu meslek de böyle bir meslek değil… Her şeyi doğru biliyor olmak, olmak zorunda olmak çok yorucu. Sadece bilgiyi satan olmak, öğretiyor olmak da artık bir o kadar sıkıcı…”
Yukarıdaki öğretmen arkadaşımın bu cesur yorumu ve sesli öz değerlendirmesi aslında tam da anlatmak istediğimizin özeti gibi…
Peki bunun en kötü etkisi?
Wiston Churcill bir keresinde arkadaşına şöyle demiş:
“Öğreniyor olmak beni rahatsız etmiyor, fakat öğretiyor olmaktan nefret ediyorum.”
Bizler öğretmen olarak sürekli öğretmeye dayalı bir süreç geçirdiğimiz için bir süre sonra bu işin temelinde öğretmek olduğu kadar öğrenmenin de olduğunu unutabiliyoruz.
Sadece öğretmeye odaklı olarak tek taraflı görünen ve işleyen bir iş, bir süre sonra mesleki motivasyonu düşürüp her anı farklı bir kazanımla, öğrenmenin yarattığı heyecanla dolu olan bu işi monoton bir hale sokabiliyor.
Ayrıca öğrencinin dünyasından uzaklaşan öğretmenin, onun davranışlarıyla empati kurma düzeyi düşüyor ve doğal olarak çocuk için normal olan bir şey öğretmen için büyük bir yanlış olabiliyor. Böylelikle öğretmen kendisini öğrenciden soyutlayıp ben ve siz iklimi yaratıyor.
“Bugün çocuklar artık kendileri gibi öğretmen istiyorlar. Öğrenen, öğreten, modelleyen, birlikte yapan, aynı alışkanlıkları paylaşan, aynı şeyleri konuşan, onlardan olan birini bekliyorlar.” (Karlı, 2013). Yani kısacası öğrenciler kendi öğrenme süreçlerinde bir işaret parmağından çok yol arkadaşı gerektiğinde yanlış yola sapıp hangi yoldan gidilmemesi gerektiğini birlikte deneyerek öğrendikleri bir öğrenme yoldaşı, öğrenme yoldaşları bekliyorlar sınıflarda… Onları sürekli gözlemleyerek tek bir yanlışlarında yargılayan bir yapıdan çok, karşılıklı gelişime dayalı geri bildirim ikliminde öğrenme yaşantılarına devam etmek istiyorlar. Kimi zaman bir oyun arkadaşı kimi zaman bir çalışma arkadaşı bekliyorlar.
Bundan dolayı Karlı’nın da belirttiği gibi öğretmene yeni bir tarif koymak lazım. Yeni bir anlam yüklemek ve bu anlamı sadece anlamsal açıdan değil eylemsel açıdan da eğitim sisteminde yaşatmak lazım.
Peki, sizin öğretmen tanımız nedir? Kendi öğretmen tanımlarınızı paylaşmak ister misiniz?
“Öğretmen” kelimesini bu bakış açısıyla incelediğimizde, temelinde sadece “öğretme” anlayışının olduğunu görebiliriz. Bu haliyle yapısal olarak “öğretmen”, görevinin “öğretmek” olduğu bir kişi anlamını taşıyor. Aslında eğitim sisteminin geneline baktığımızda, öğretmenden istenen de salt olarak öğretilmiş, doğru bilgiye sahip bireyler yetiştirmek olduğu gerçeği bu kelimenin yarattığı anlamı pekiştirecek nitelikte...
Ben öğret’menim. Gelin çocuklar sizlere bir şeyler öğret’eyim.
Karlı (2013)’de belirttiği gibi “Öğretmene yeni bir tarif koymak lazım. Öğretmen kelimesi, ben öğretmenim gel sana öğreteyim şeklinde bir mesaj veriyor. Fakat öğretmek tek taraflı bir eylem. Öğrenmeye odaklanmak lazım.”
Bir gün arkadaşımla bu konu üzerinde konuşurken, güzel bir yorumda bulundu:
“Ayakkabıcı ayakkabı satar, simitçi simit satar. Biz öğretmen kelimesiyle ve sistemin gereksinimiyle bilgisini satan konumundayız. Onun için çoğu zaman verdiğimiz bilginin yanlış olabileceğini veya bizim de yeni bir şeyler öğrenebileceğimize odaklanamıyoruz. Çünkü benim başarım sadece verdiğim bilgiyle ölçülüyor. Kimse kendi sattığı şeye yanlış veya eksik demez ki sonuçta. Bu tamamen ben işimi iyi yapamıyorum mesajı verir. Kusura bakma, bu bilgi satan biraz ağır bir tabir oldu ama kimse bu gerçeği de inkâr edemez sınavlar bizden bunu bekliyor. Ama bilgi böyle bir şey değil değişen, değişmesi gereken bir şey. Bu meslek de böyle bir meslek değil… Her şeyi doğru biliyor olmak, olmak zorunda olmak çok yorucu. Sadece bilgiyi satan olmak, öğretiyor olmak da artık bir o kadar sıkıcı…”
Yukarıdaki öğretmen arkadaşımın bu cesur yorumu ve sesli öz değerlendirmesi aslında tam da anlatmak istediğimizin özeti gibi…
Peki bunun en kötü etkisi?
Wiston Churcill bir keresinde arkadaşına şöyle demiş:
“Öğreniyor olmak beni rahatsız etmiyor, fakat öğretiyor olmaktan nefret ediyorum.”
Bizler öğretmen olarak sürekli öğretmeye dayalı bir süreç geçirdiğimiz için bir süre sonra bu işin temelinde öğretmek olduğu kadar öğrenmenin de olduğunu unutabiliyoruz.
Sadece öğretmeye odaklı olarak tek taraflı görünen ve işleyen bir iş, bir süre sonra mesleki motivasyonu düşürüp her anı farklı bir kazanımla, öğrenmenin yarattığı heyecanla dolu olan bu işi monoton bir hale sokabiliyor.
Ayrıca öğrencinin dünyasından uzaklaşan öğretmenin, onun davranışlarıyla empati kurma düzeyi düşüyor ve doğal olarak çocuk için normal olan bir şey öğretmen için büyük bir yanlış olabiliyor. Böylelikle öğretmen kendisini öğrenciden soyutlayıp ben ve siz iklimi yaratıyor.
“Bugün çocuklar artık kendileri gibi öğretmen istiyorlar. Öğrenen, öğreten, modelleyen, birlikte yapan, aynı alışkanlıkları paylaşan, aynı şeyleri konuşan, onlardan olan birini bekliyorlar.” (Karlı, 2013). Yani kısacası öğrenciler kendi öğrenme süreçlerinde bir işaret parmağından çok yol arkadaşı gerektiğinde yanlış yola sapıp hangi yoldan gidilmemesi gerektiğini birlikte deneyerek öğrendikleri bir öğrenme yoldaşı, öğrenme yoldaşları bekliyorlar sınıflarda… Onları sürekli gözlemleyerek tek bir yanlışlarında yargılayan bir yapıdan çok, karşılıklı gelişime dayalı geri bildirim ikliminde öğrenme yaşantılarına devam etmek istiyorlar. Kimi zaman bir oyun arkadaşı kimi zaman bir çalışma arkadaşı bekliyorlar.
Bundan dolayı Karlı’nın da belirttiği gibi öğretmene yeni bir tarif koymak lazım. Yeni bir anlam yüklemek ve bu anlamı sadece anlamsal açıdan değil eylemsel açıdan da eğitim sisteminde yaşatmak lazım.
Peki, sizin öğretmen tanımız nedir? Kendi öğretmen tanımlarınızı paylaşmak ister misiniz?