Eğitim ve öğretimdeki temel hedefimizin ne olduğu sorusuna birçoğumuzun farklı cevapları olsa da, buluşacağımız ortak nokta bireylerin “gerçek yaşamda başarılı olması” olacaktır. Tarihler boyunca süregelen eğitim anlayışıyla öğrencilerin akademik ve entelektüel gelişimlerine odaklanarak, bu gelişim alanlarının öğrencileri yaşama hazır edeceği savunduk. Fakat son yıllarda gerçekleştirilen çeşitli araştırmalar, artık akademik başarının gerçek yaşamda başarılı olma konusunda çok da etkisinin olmadığını görmemizi sağladı. Bu gerçeğe alışmamız ve ilk önce kendi algımızı daha sonra da öğrencilere sunduğumuz öğrenme yaşantılarını değiştirmemiz de biraz zaman alacak gibi…
Tomas Stanley ABD genelindeki 733 başarılı insanın özellikleriyle ilgili yaptığı araştırmada; okullarda öğrencilere yüklemeye çalıştığımız bilgilerin, bu kişilerin gerçek yaşamda başarılı olmada kullandığı yetiler arasında 21. sırada yer aldığını ortaya koydu. Uzunca seneler çocuklarımızı oturttuğumuz sıralarda öğrencilere yüklediğimiz bilgi yığınlarının gerçek yaşamda başarılı olma sürecinde 21. sırada etkili olması her ne kadar gerçekse de bir o kadar da acı bir durum.
“Peki ya başarılı insanların gerçek yaşamda başarıya ulaşma süreçlerindeki temel faktörler?”
Stanley yaptığı araştırma sonucunda insanların başarılı olma sürecini etkileyen en önemli beş faktörü yukarıda gördüğünüz gibi sıralıyor.
Genel anlamda baktığımızda, yukarıdaki faktörlerin 1990 yılında Mayer ve Salovey tarafından bilimsel temelleri atılan ve Daniel Goleman aracılığı ile tüm dünya geneline tanıtılan ve kabul ettirilen “Duygusal Zekâ” kavramıyla yakından ilgili olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Peki, güncel okullarımız öğrencilerin duygusal zekâlarını geliştirmede ne ölçüde yeterli eğitim yaşantısı sağlıyor? Maalesef bu beceriler, ülke geneline baktığımızda eğitim sistemimizin tam da “söylerim ama yapamam” dediği noktasını oluşturuyor. Her ne kadar 2005 yılında değişen eğitim sistemimizle duygusal zekâ becerilerine kâğıt üzerinde önem verdiğimizi savunsak da, akademik düzeyleri belirleme konusunda yapılan ölçüm sonuçlarının, başarı için tek kıstas alındığı ülkemizde bu becerin gelişimine göz ucuyla baktığımız ortadır.
Çözüm = “Sosyal Duygusal Öğrenme Programları”
Duygusal zekâ gelişimi için uluslararası bağlamda yapılan uğraşlar incelediğinde, duygusal zekâ becerilerinin gelişimine, en az öğrencinin akademik gelişimi kadar önem verildiği ve bu becerilerin geliştirilmesi için farklı eğitim programları geliştirildiği göze çarpmaktadır.
Uluslararası anlamda en çok isminden söz ettiren duygusal zekâ gelişim programları ise “Social and Emotional Learning (SEL)” adı altında bir araya toplanmış ve sistematik bir şekilde okul programlarında yerini almaya başlamıştır. Bunun dışında birçok ülkede uygulanan “Self Science” (öz bilim) dersleri, en çok bilinen duygusal zekâ gelişim programlarından birisidir.
Bu bütüncül programlar bizde olduğu gibi “temel ders programlarına yayalım, beceriler otomatik olarak öğrencilerde gelişir” mantığının tam tersi şekilde, sistematik olarak ele alınıp kendi özel içerikleriyle birlikte, salt bir ders olarak tasarlanmaktadır. Ayrıca beceri gelişiminin sürdürebilirliğinin sağlanması için tüm okul bazındaki bütün birimlerin duygusal zekâ yetilerinin gelişimi hedeflenmektedir. Yani programlar sadece öğrenciye uygulanmamakta, öğretmen, ebeveyn ve okul personelinin bu becerileri edinmesi sağlanarak duygusal zekâ becerilerinin gelişimini tüm okul iklimine yayılması amaçlanmaktadır.
Eğer “gerçek yaşamda başarılı” bireyler yetiştirmek istiyorsak, bir an önce kendi Duygusal Zekâ Gelişim Programlarımızı, kendi yapısal (kültürel, sosyo-ekonomik vb.) özelliklerimize göre tasarlamalı, sistematik ve bütünsel bir şekilde uygulamaya geçirerek duygusal anlamda zeki okul iklimleri yaratmalıyız.
Tomas Stanley ABD genelindeki 733 başarılı insanın özellikleriyle ilgili yaptığı araştırmada; okullarda öğrencilere yüklemeye çalıştığımız bilgilerin, bu kişilerin gerçek yaşamda başarılı olmada kullandığı yetiler arasında 21. sırada yer aldığını ortaya koydu. Uzunca seneler çocuklarımızı oturttuğumuz sıralarda öğrencilere yüklediğimiz bilgi yığınlarının gerçek yaşamda başarılı olma sürecinde 21. sırada etkili olması her ne kadar gerçekse de bir o kadar da acı bir durum.
“Peki ya başarılı insanların gerçek yaşamda başarıya ulaşma süreçlerindeki temel faktörler?”
Stanley yaptığı araştırma sonucunda insanların başarılı olma sürecini etkileyen en önemli beş faktörü yukarıda gördüğünüz gibi sıralıyor.
Genel anlamda baktığımızda, yukarıdaki faktörlerin 1990 yılında Mayer ve Salovey tarafından bilimsel temelleri atılan ve Daniel Goleman aracılığı ile tüm dünya geneline tanıtılan ve kabul ettirilen “Duygusal Zekâ” kavramıyla yakından ilgili olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Peki, güncel okullarımız öğrencilerin duygusal zekâlarını geliştirmede ne ölçüde yeterli eğitim yaşantısı sağlıyor? Maalesef bu beceriler, ülke geneline baktığımızda eğitim sistemimizin tam da “söylerim ama yapamam” dediği noktasını oluşturuyor. Her ne kadar 2005 yılında değişen eğitim sistemimizle duygusal zekâ becerilerine kâğıt üzerinde önem verdiğimizi savunsak da, akademik düzeyleri belirleme konusunda yapılan ölçüm sonuçlarının, başarı için tek kıstas alındığı ülkemizde bu becerin gelişimine göz ucuyla baktığımız ortadır.
Çözüm = “Sosyal Duygusal Öğrenme Programları”
Duygusal zekâ gelişimi için uluslararası bağlamda yapılan uğraşlar incelediğinde, duygusal zekâ becerilerinin gelişimine, en az öğrencinin akademik gelişimi kadar önem verildiği ve bu becerilerin geliştirilmesi için farklı eğitim programları geliştirildiği göze çarpmaktadır.
Uluslararası anlamda en çok isminden söz ettiren duygusal zekâ gelişim programları ise “Social and Emotional Learning (SEL)” adı altında bir araya toplanmış ve sistematik bir şekilde okul programlarında yerini almaya başlamıştır. Bunun dışında birçok ülkede uygulanan “Self Science” (öz bilim) dersleri, en çok bilinen duygusal zekâ gelişim programlarından birisidir.
Bu bütüncül programlar bizde olduğu gibi “temel ders programlarına yayalım, beceriler otomatik olarak öğrencilerde gelişir” mantığının tam tersi şekilde, sistematik olarak ele alınıp kendi özel içerikleriyle birlikte, salt bir ders olarak tasarlanmaktadır. Ayrıca beceri gelişiminin sürdürebilirliğinin sağlanması için tüm okul bazındaki bütün birimlerin duygusal zekâ yetilerinin gelişimi hedeflenmektedir. Yani programlar sadece öğrenciye uygulanmamakta, öğretmen, ebeveyn ve okul personelinin bu becerileri edinmesi sağlanarak duygusal zekâ becerilerinin gelişimini tüm okul iklimine yayılması amaçlanmaktadır.
Eğer “gerçek yaşamda başarılı” bireyler yetiştirmek istiyorsak, bir an önce kendi Duygusal Zekâ Gelişim Programlarımızı, kendi yapısal (kültürel, sosyo-ekonomik vb.) özelliklerimize göre tasarlamalı, sistematik ve bütünsel bir şekilde uygulamaya geçirerek duygusal anlamda zeki okul iklimleri yaratmalıyız.