Öğrenmeye değer olan nedir?
Kendimize bu soruyu hangi sıklıkta soruyoruz. Eğitimciler çoğunlukla karar vericilerle birlikte yetşkinler olarak çoğunlukla öğrenmeye değer olanlara karar verip, bunları da okullarda öğrencilere öğretmeye çalışıyoruz. Bunun sonucunda ortaya çıkan sonuç ise yalnız bizim ülkemizde değil dünyanın pek çok ülkesinde okulda sıkılan ancak mecburiyetler nedeniyle okulda olan öğrencileri ortaya çıkarmakta.
Bu sorunun cevabı genellikle eğitim politikalarını yapanlarca belirleniyor ve onlarda sanayi devriminin getirdiği paradigmalarla karar vererek daha çok matematik, dil ve fen yapmanın gerekli olduğuna ve rekabette işe yarayacağına hükmediyorlar. Oysa içinde bulunduğumuz yüz yılın becerilerine bakınca iş dünyası daha yaratıcı, farklı düşünen, karar verme becerileri olan, risk alan, liderlik becerileri gelişmiş mezunlar istiyor. Bunu neden görmek istemiyorlar?
Değişim zordur ancak kaçınılmazdır da. Bu yüzyılın değişime zorlayan en önemli iki değişkeni nüfus artışı ve teknoloji devrimidir. Acı olanda bu yüzyılın ihtiyaçlarına cevap verecek olanları değilde geçen yüzyılın ihtiyaçlarını öne çıkaran karar vericiler aynı zamanda insan oğlunun yaradılıştan gelen en önemli özelliklerini yani yaratıcılık, arzu, değişimi aramak ve geliştirmek gibi becerilerini yok sayıyorlar, diyor Ken Robinson.
Bugün benzerleri hemen hemen tüm ülkelerde tartışılan eğitim sisteminin temel paradigmaları üç temel üzerine oturmuş durumda. Birincisi, tüm sistem akademik yeterlik üzerine oturtulmuş. Elbette akademik yeterliliğin gerekmediğini söylemiyorum ancak bugün varolan tüm diğer yeterliklerin önüne geçmiş ve diğerlerinin konuşulmasını bile imkansız kılıyor. Öyleki sadece eğitimciler değil veliler bile çocuklarını akademik yeterlikler üzerinden tartışıyorlar. İkincisi ise tüm sistem bir akademik hiyerarşi üzerine oturtulmuş durumda yani Matematik, Türkçe, Fen,... şeklinde önem derecesine göre sıralanıyor. Farklı öğrenme biçimleri olanlar ve/veya öğrenenler bu sistemde kendilerini nasıl hissediyorlar sizce, tek kelimeyle değersiz ve umursanmayan. Belkide bu yüzdenmi ülke olarak akademik alanlarda insanlar yetiştirmemize rağmen daha az sanat ve spor insanı yetiştiriyoruz dersiniz? Üçüncüsü ise tüm dünyada aynı tip bir değerlendirme çeşidi üzerine yoğunlaşılmasıdır ki buda yine farklı düşünceyi ve yaratıcılığı sistematik bir şekilde yok saymak ve/veya yok etmektir. Bu yüzden değerlendirmenin standartlar peşinde koşmadığı sayılarala doğru yanlış ölçülmediği yıllar olan erken çocukluk eğitiminde yaratıcılığın en yüksek olmasıda bundan değilmidir? Bu üç paradigmanın dışına çıkacak tartımalar yapan platformlar oluşturmak ve sürekli olarak “öğrenmeye değer olan nedir?” sorusunun cevabını aramak gerekli. Buhar motorları sanayi devriminin en büyük buluşlarındandı ve içten yanmalı motorları devreden çıkarmıştı. Fakat bu durum bir süre sonra değişti ve içten yanmalı motorlar çok daha iyileri üretildiği için öne geçti ve herkes buhar motorlarını unuttu. Bugünkü eğitim sistemide sanayi devriminde işe yaradı ancak şimdi yeni durumları tartışmak ve daha yaratıcı olmak gerekiyor. Bugün öğrendiklerinin yarın nasıl kullanacağını ve yaşamı ve öğrenmeyi yeniden tanımlayan küresel düzeydeki gelişmeleri yakından izleyen bir kurguyla tartışmalıyız.
Yukarıda sözünü ettiğim gibi değişim iki ana sürükleyicisi nüfus artışı ve hareketleridir. Yalnızca 2010 yılının yaz aylarının sonunda dünyada 230 milyon insanın göç edeceği araştırmalarda söyleniyor. Dünya nüfusu son otuz yıl içerisinde üç milyardan altı milyara çıktı yani tam anlamıyla ikiye katladı. Bu nüfus artışının yönüde az gelişmiş ülkelerde nüfus artıyor ve gelişmiş bölgelere doğruda bu n üfus hareket ediyor. Bu artış ve hareketliliğe cevap verebilecek eğitim politikaları ve başlıktaki sorunun cevabını ortaya koymalıyız. Ulusal çaptada yine aynı sorunu görebiliriz. Az gelişmiş kırsal bölgelerimizde nüfus artıyor ve gelişmiş büyük kentlere doğruda bu nüfus hareket ediyor. Temelde kentleşme sorunlarımızın biriside buna uygun eğitim programları tasarlayamamktan geliyor sanırım. Örneğin bu çocukların göç ettikleri yeni yerlerde insanca kabul görme ve entegre olma isteklerine uygun programlarımızolmadığı için okulda şiddetten söz etmiyormuyuz? Büyük bir hızla büyük kentlerde farklılışan bölgeler ve okullar oluşmakta, kültürel ve ekenomik olarak. Değişimin diğer sürükleyicisi olan teknoloji devrimi ise kontrol edemediğimiz bir hızla devam ediyor ve bizide sürüklüyor. Hareketli ve büyüyen nüfus bir yandan da teknoloji sayesinde dünyayı küçültüyor. Bundan 20 yıl önce dünyada bir ülke ekenomik kriz içine girerse en çok yakınındaki ülkeler zaman içinde etkileniyordu. Oysa bugün her akşam haberlerde dünyada hangi ülke ekenomisinin sıkıntılı olduğunu duyuyoruz ve buda doğrudan ertesi sabah finans piyasalarımızı etkiliyor. Lehman Brothers 2008 Eylül’de battığında anında tüm dünya ekenomik krize girdi. Teknoloji dünyayı küçük ve dahada bağımlı kılıyor. “Küçülen ve dahada karmaşıklaşan dünyada yaşam becerileri kazanmak gerekli” diyor David Perkins.
Kısacası ne öğreteceğimizden daha çok “ öğrenmeye değerli olan nedir?” sorusunun cevabını arayan eğitimciler olarak bu konuda daha geniş platformlarda konuşmalıyız.
Kaynaklar ve Okuma önerileri:
- The Element, Ken Robinson,PhD., USA, 2009
- Teaching for Understanding, David Perkins, PhD.,USA, 2007
- Making Learning Whole,How seven principles of teaching can transform education, David Perkins, PhD., USA, 2009
- The Disciplined Mind, Beyond facts and standardized tests the K-12 education that every child deserves, Howard Gardner, USA, 2000