Tüm dünya ülkeleri eğitim sistemlerini tartışarak yeniden yapılandırmayı konuşurken bizim ülkemizde de aynı konular konuşulmakta. Bir hipnoterapist olan Erickson bu sözü kullanırken aslında bilinçaltına atıfta bulunmakta, gerçekten de toplumların bilinçaltında yatanlar acaba eğitim sistemlerinin yeni ve farklı yaklaşımlarla geliştirilmesini engelliyor mu?
Ülkemizde duruma ve eğitim sistemi ile ilgili tartışmalara şöyle bir göz atmak gerekirse önümüzde benzeri bir durum ortaya çıkıyor. Bu konuda yaklaşık yüz yıl öncesine baktığımızda karşımıza Darülmuallimin(öğretmen) okulunun müdürü Satı bey çıkıyor ve bakın neler söylüyor;
¨”Biz” diyor “fen öğretimine önem vermedikçe , siyasi, sosyal ve fikri eğitimimizi sağlayamayız; zırai ve sınai gelişimimizi de sağlayamayız. Fen programlarını ihmal büyük hatadır. Avrupa programlarının tarihi gelişimine ve bu günkü durumlarına bakarak ihtiyacımıza göre bir program düzenlemeli; bazı dersleri almalı, bazılarını koymalı ve genelde ders saatlerini yeniden gözden geçirmeliyiz.
Program bir yana, Satı’ Bey, bizde asıl korkunç şeyin “usul-ü tedris” kaidelerine hiç uyulmamasından, hatta onların zıddına hareket edilmesinden doğduğunu söylüyor. “Çünkü” diyor, “ezbercilik okullarımızda bir illet gibidir, dersler birbirini nakzettirmektedir, anlatılanların çoğu, çocukların anlamayacağı şeylerdir; soyut şeyler anlatılmaktadır, dil sade değildir; hiçbir fikir vermeyen boş kelimeler kullanılmaktadır v.s.”.
Öteden beri bütün okullarımızda kullanılan “istintane ve takrir(ders anlatma-söyleme)” metodu bırakılarak “istikra ve tekşif(tümevarım ve keşif)” metodu kullanılmalıdır. Bunun hem ilköğretimimize hem de orta öğretimimize acele yerleştirilmesi gerekmektedir.
Bizim ülkemizde, öğretimin en genel ve en müzmin hastalığı ezberciliktir. Bu, her derecedeki okullarımızda vardır. Ezbercilik faydasız olduğu gibi üstelik zararlıdır; öğretimin iyileştirilmesi çalışmalarında en çok buna dikkat edilmelidir. Ezberciliğin en önemli sebebi, öğretmenlerdir; çoğu öğretmenler öğretmenin ne demek olduğunu bilmiyorlar. Ezbercilik soyutçuluğun, öğretimde hızlılığın bir sonucudur. Öğretmenler, ezberciliğin farkına vardıkları andan itibaren bunu önlemeye çalışmalıdırlar. Bu da ancak bir “usul-ü tedris” takip etmekle mümkündür. Ezbercilik bizi kandırmaktadır; gelecek kuşaklarımız için de çok tehlikelidir; bundan kaçınmak her öğretmenin görevidir. İkinci Meşrutiyet dönemi Avrupa’dan bir çok ders aletlerinin getirildiği bir dönemdir. Satı’ Bey, Montessori ders araçları üzerindeki fikrini belirtirken bizim açımızdan bundan korktuğunu da belirtiyordu; çocuklar bu alet ve edavata hakim olamazlarsa, onu bir oyuncak olarak anlarlarsa, istenilenin tamamen tersi bir sonuçla karşılaşabiliriz, diyordu. Bugünlerde bazı Montessori yaklaşımının bir pazarlama aracı olarak kullanılması sonucu uygulama hataları her yerde karşılaştığımız bir gerçek…
Satı’ Bey, uygulamalarla da didaktik esaslara çok önem vermiştir. Darülmuallimine Uygulama Okulu kurdurma, çeşitli yerlerden gelen öğretmenlere yeni öğretim metodlarını öğretme, öğrencileri İstanbul’un en kötü okullarına kadar göndertip ders verdirme, onun yaptığı başarılı çalışmalardandır. O, genel öğretim metodları üzerinde durduğu gibi, çeşitli derslerin özel öğretim metodları üzerinde de durmuş, pek çok makaleler ve ders örnekleri hazırlayıp yayınlamıştır.
O dönemde yapılan uygulamaların bazılarını şu anda dahi yapamadığımız da ortada. Örneğin üniversitelerimizde yetişen öğretmen adaylarının uygulamadan kopuk olması ve hatta pek çok öğretim üyesininde ilk ve ortaöğretim düzeyinde öğretmenlikten haberdar olmaması da herkes tarafından söylenen bir durumdur.
Bu dönemde yine en çok tartıştığımız konu olan öğretmen yetiştirme ve geliştirme problemini belki geçmişi unutmadan geleceğe nasıl ilerleriz bağlamında tartışmanın yolunu bulabilmeliyiz. Özellikle de bilimsel temellere oturmuş ve ülke çapında öğrenme-öğretme araştırmaları yaparak model üreten yeni kurumlara ihtitacımız olduğu çok açıkça görülmekte. Bu kapsamda eğitim politikalarının belirlenmesine kaynak oluşturacak araştırmalar gerçekleştirmek oldukça önemli olduğu gibi vazgeçilmezde olmalı.
Devlet yetkilileri ülkemizde gelecek yıllarda zorunlu eğitimin on iki yıla çıkarılmasıyla birlikte çağ nüfusunun önemli bir bölümünün yüksek öğretimden mezun olacağını ifade etmekteler. Burada karşımıza yeni bir soru çıkıyor; bu gençler hangi meslekleri yapacaklar? Ülke nüfusumuzun önümüzdeki yıllar itibarıyla genç mezunların sayısını büyük bir hızla artıracağını düşününce de eğitim sitemimizin yeniden yapılanmayı her kademesinde gerçekleştiremediği takdirde nasıl büyük bir sorunla karşılaşacağımız aşikar durumda. Nüfusumuzun büyük bölümünün kentlerde yaşamaya başlamış olmasıyla birlikte tarım temelli işlerin azalması ve kent temelli işlerin artması da bir başka önemli gerçektir ki bu konuda ülke sanayisininde dönüşmesi gerektiği gerçektir.
Ekonomik açıdan büyüyen ülkemizin gelecek yıllarda bugün ulaştığı koşulların sürdürülebilirliği ve geliştirilmesi ancak ve ancak eğitim sisteminin dönüştürülmesiyle olacaktır. Öte yandan bu dönemde her ne kadar eğitime genel bütçeden ayrılan payın diğer alanlardan daha büyüdüğünü görüyor olsak da nicelik değil niteliğin artırılabilmesi açısından daha fazla kaynak ayırılması gerekmektedir. Ülke olarak gelecek planlarımız içinde genç nüfusumuzla yeni iş kolları ve sanayi sektörlerine yatırım yapan gelişen bir ekonomik büyüme için bu kaçınılamaz bir ihtiyaç.
Kısacası eğitim tartışmalarımızı bilimsel bir zemine oturtarak, gündelik siyasetin çatışmalarından uzak bir şekilde veri temelli hale getiremezsek görünen o ki çocuklarımızı geleceğe fırlatmak yerine geçmişe hazır hale getirmeye devam edeceğiz.
Satı`Bey hakkında alıntı için; İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. 1,1987. 4-19.