Yeni bir eğitim ve öğretim yılına, birçok tartışmayla başlıyoruz. Bu tartışmalar bazen beraberinde yeni çözümleri getirebilir ancak bunun için taraflar, bağımsız bir düşünceyle ve tüm yönleriyle meseleyi ele alabilmeli. Özellikle kamuoyunun bir bölümü ve MEB, sanki kaygı üretmek için fikir üretiyor gibi. Eğitimciler ise 21. yüzyılın beklentilerine uygun öğrenciler yetiştirmek üzere, gerekli zihinsel dönüşümleri gerçekleştirmek için ihtiyaç duydukları enerjiyi, sistemin getirdiği sorunlarına harcadıklarından, okulların niteliksel dönüşümü pek mümkün görünmüyor. Oysa tüm süreçler içinde, en büyük fayda veya zararı görecek olan çocuklarımız, okula hazırlandıkları bugünlerde, gelecekleri konusunda ihtiyaçlarının farkında ve biz yetişkinlerden, onları yarına hazırlayacak ortamı talep ediyor.
Bugünlerde okullara yeni kaydedilen 1. sınıf öğrencilerinin yaşı üzerinden değil de alacakları eğitimin kalitesi üzerinden bir hesaplama yapalım.
Bu yıl 1. sınıfa başlayan Ali, Ayşe ve diğer akranları;
Yıl 2012 6 yaşında, okula başladı.
Yıl 2024 18 yaşında, liseyi bitirdi.
Yıl 2028 22 yaşında, üniversiteden mezun oldu.
Yıl 2030 24 yaşında, yüksek lisansını tamamladı ve iş aramaya başladı.
Şimdi bu çocukların geleceğine bir göz atalım. Bu yıl 1. sınıf olan çocuklarımız, 2030’lu yıllarda iş aramaya başlayacak. O yıllarda nasıl bir dünyada yaşayacağımızı veya hangi mesleklerin olacağını kaç kişi öngörebilir? Bu çocuklara neyi, nasıl öğretelim ki onlar 2030’lu yıllarda iyi bir vatandaş ve iş sahibi olabilsin…
Kalkınma Bakanlığı tarafından oluşturulan 10. Kalkınma Planı’nın hazırlıkları için, eğitim özel ihtisas komisyonuna davet edildim. Ancak devletin resmi vizyonu ve kalkınma planı çalışmaları, Cumhuriyet’in 100. yılını yani 2023’ü hedefliyor. Diğer bir deyişle, bu yıl okula başlayacak çocuklarımızın geleceği, resmi devlet vizyonumuzun içinde bile değil!.. Eğitim sistemimiz, nitelik ve nicelik olarak çocuklarımızı geleceğe yönlendirebilmek için hazır olmadığı gibi, hazırlanmıyor da...
20. yüzyılın başlarında ilk gökdelen fikrinin ortaya çıkmasıyla birlikte, en önemli işe yarama kriteri olan asansörler ortaya çıkar. Çok yüksek binalarda hızlı asansörlerin güvenle çalışmasını sağlamak, en büyük problemdi. İlk yapılan gökdelenlerden birindeki asansörü kullananlar, asansörün çok yavaş olduğundan sitem ediyordu. Bunun üzerine bina yetkilileri, asansörü yapan mühendisleri çağırarak hızlandırmak için çalışmaları talimatını verdi. Mühendisler yöntem bulamıyor, problem gittikçe büyüyor, bina çalışanları şikayetlerini artırıyordu. Bu sırada genç bir mühendis problemi çözdü. Nasıl mı? Problemi önce tersten tanımlayarak... Yani asansör yavaş değildi. İnsanlar asansör içinde beklemekten sıkılıyorlardı. Bunun üzerine asansörlere ayna yerleştirdiler. Böylece aynada kendilerine bakarken, bekleme süresinin farkına varmıyorlardı.
Eğitim sistemimizdeki problemleri çözebilmek için, belki de problemleri tersten tanımlamalı ve hiç düşünmediğimiz çözümleri aramaya çalışmalıyız.
Yeni eğitim yılının başta öğrenciler ve eğitimciler olmak üzere herkes için öğrenme dolu geçmesini dilerim.